Yeşil aklama, ya da dünyaca bilinen söylemiyle “greenwashing”. Günlük hayatta sıkça karşılaştığımız bir kavram. Peki aslında nasıl ortaya çıktı, şirketler yeşil aklamayı nasıl kullanıyorlar ve nasıl bu kadar yaygınlaştı? Hadi birlikte inceleyelim.
Her şey bir havluyla başladı. Jay Westerfield isimli bir öğrenci, 1980’li yıllarda Fiji’de kaldığı hotelde bir şey fark etti. Hotel, müşterilerine kullandıkları havluları almalarını çünkü tekrardan kullanmanın çevre için olumlu olacağını belirten notlar bırakıyordu. Oysaki hotel her ne kadar ada ekosistemini ve doğayı koruduklarını belirtse de aslında yaptıkları faaliyetler bu söyledikleriyle çelişiyordu. Jay Westerfield’ in bu konuyla ilgili yazdığı makalenin bir dergide yer almasıyla “greenwashing” kavramı medyaya giriş yapmış oldu.
İlk defa 1999 yılında da “Greenwash” olarak Oxford sözlüklerinde yer aldı.
Özellikle son yıllarda moda ve tekstil sektöründe yer alan şirketlerin, ürünlerini veya markalarını daha ekolojik, doğa dostu ve sürdürülebilir göstermek için uğraştıkları çabaları ifade etmek için kullanılıyor. Şirketlerin olmadıkları halde böyle gözükmeye çalışmalarının arkasında yatan en büyük etkenlerden biri ise moda sektörünün dünyaya etkisi konusunda bilinçlenen tüketicinin ilgisini çekmek. Aslında bir nevi kendilerini “daha yeşil ve masum” gösteriyorlar.
Markaların bunu yaparken kullandıkları en yaygın kelimelerse “eko”, “sürdürülebilir”, “doğal” ve “yeşil”. Aman ha!! Bu kelimeleri görüp kanma derim. Çünkü; aslında bu kelimeler markaların doğaya zarar veren ya da çevreye katkı sağlamayan faaliyetlerininin üstünü kapatmak için kullandığı tabirler.
Sadede gelecek olursam,
Yeşil aklamanın birkaç yolu var, bunlar yedi tane olduğu için bunları “7 günahlar” diye adlandırsak pek de hata yapmış olmayız sanıyorum.
- Çevresel bir sorunun görünürde çözüldüğü iddia ediliyor ama bu çözüm aslında başka sorunlara yol açabiliyor. Mesela McDonalds. 2017 yılında plastik atık sorununu çözmek için pipetlerini kağıttan yapmaya başlıyorlar ama bu pipetler de aslında atık problemine bir çözüm değil.
- Şirketlerin ortaya attığı çevreci yaklaşımlarını hiç bir şekilde kanıtlayamamaları.
- Ürünlerini pazarlarken kullandıkları “doğa dostu”, “sürdürülebilir”, “bio” kelimelerin gereğinden fazla kullanılması. Sürdürülebilir dedikleri bir ürün hangi açıdan sürdürülebilir mesela (çevresi, toplumsal, ekonomik vb)?
- Gerçekte var olmayan yalan yanlış etiket ve sertifikasyonların kullanılması. “%100 Organik” vb etiketler, dünya, geri dönüşüm logoları ürün daha güvenilirmiş gibi bir izlenim verebilir ama ürünü almadan bunun doğruluğunu anlamakta fayda var.
- Ürünlerin bariz belli olan çevresel özelliklerinin kültürel faktörleri ve iş yapış şekillerindeki değişiklikleri göstermemesinden dolayı önem arz etmemesi. Örneğin CFC içermeyen ürünlerin çevre dostu olarak sunulması yanıltıcı olabilir çünkü CFC’ler 30 yıldan fazla süredir zaten yasak. Yani bir markanın ürünlerini bu şekilde pazarlaması onları diğer markalardan daha çevreci yapmaz.
- Doğaya katkısı olduğu söylenen bir ürünün aslında neredeyse hiçbir katkısının olmaması. Markalar üretim süreçlerinde doğal kaynakları daha bilinçli ve sürdürülebilir bir şekilde kullanabilirler ama genel verdikleri zarara bakınca ürünün sağladığı fayda okyanusta bir damla gibi kalıyor.
- Çevreci iddiaların tamamen yalan olması.
Önümüzdeki hafta kimler neler yapmış? Fast fashion markalarını birlikte inceliyoruz!!
Sevgiler
İlke <3